İklim krizi, COVID-19 ve Yeşil Yeni Anlaşma
Avrupa Birliği 2020’ye ekonominin hızla karbonsuz hale dönüştürülmesi planını teşvik ederek ve Yeşil Yeni Anlaşmanın, büyümenin motor gücü ve ana teması olması gerektiğini vurgulayarak başlamış olsa da COVID-19, işleri bir hayli karıştırdı.
Aralık 2019’da Polonya hariç tüm AB ülkeleri, 2050’e
kadar kıtayı iklime zararsız hale getirme yani sıfır sera gazı emisyonuna
ulaşma hedefini resmen onayladı. AB’nin planı, 15 yıl boyunca mevcut emisyon
seviyeleriyle devam etmeyi öngörüyor. Fakat plana mükemmel şekilde
uyulsa ve tüm ülkeler AB’nin izinden gitse dahi küresel emisyon seviyesi yine
de yüksek kalıyor ve hedeflenen 1,5 derecelik güvenli ısı artışı eşiği
aşılıyor. İklim krizini aşmak için bundan daha fazlası yani küresel
emisyonların mevcut seviyenin altına çekilmesi gerekiyor. Şu anki emisyon
düzeyleri ile devam edilirse, insanlığın toplam karbon bütçesi yedi yılda tükeniyor.
Her ne kadar Avrupa Birliği 2020’ye ekonominin hızla
karbonsuz hale dönüştürülmesi planını teşvik ederek ve Yeşil Yeni Anlaşmanın,
yeniden büyümenin motor gücü ve ana teması olması gerektiğini vurgulayarak
başlamış olsa da COVID-19, işleri bir hayli karıştırdı. Avrupa ülkelerinin
çoğunun iklim ve çevre bakanları, hükümetleri, AB’deki ekonomik toparlanmayı
Yeşil Yeni Anlaşma çerçevesinde gerçekleştirmeye ve salgınla mücadeleyi
biyolojik çeşitliliğin kaybı ve iklim değişikliğiyle mücadeleyle birleştirmeye
çağırmış olsa da Avrupa Komisyonun Yeşil Yeni Anlaşmadan sorumlu birinci başkan
yardımcısı Frans Timmermans vaziyetten endişeli. “Pandemiden önce de var olan
iklim krizi hâlâ olduğu yerde duruyor ve aciliyetinden bir şey kaybetmiş değil…
Fakat yakın gelecekte insanların öncelik listesinde aşağı sıralara düşebilir.
Ama asıl soru şu: Politikacılar bu yolda kalmayı sürdürecek mi? Uzun vadeli
krizleri mi yoksa kısa vadeli seçim meselelerini mi önemseyecekler?” diyor.
İklim
değişikliği sadece gezegeni değil ekonomileri de yıpratıyor
Bir yandan da COVID-19; sosyal, ekonomik ve çevresel
sorunların birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğunu bir kez daha görmemizi
sağladı. Örneğin Harvard Üniversitesi tarafından yapılan ve Lancet’ta
yayınlanan bir araştırma, çevre kirliliğinin daha yoğun olduğu bölgelerde
yaşayanların koronavirüsten daha ciddi şekilde etkilediğini gösteriyor. COVID-19
sonrası dünya biraz da kurtarma fonlarının nasıl harcanacağına bağlı. Eldeki
para, eski ekonomiyi hızla geri getirmek için mi yoksa daha yeşil bir ekonomiye
yatırım yapmak için mi harcanacak? Bkz. COVID-19, dijitalleşme ve “büyük reset"
Zira iklim değişikliği sadece gezegeni değil ekonomileri
de yıpratıyor. Bu nedenle merkez bankaları da iklim değişikliği için bir takım
önlemler almaya başladı. Avrupa Merkez Bankası, İngiltere, Fransa, ABD, Çin, Malezya,
Meksika ve Hollanda dahil çok sayıda merkez bankasından oluşan Finansal Sistemi
Yeşillendirme Denetçileri Ağının amacı finansal sektörde etkin çevre ve iklim
riski yönetimini teşvik etmek ve aynı zamanda sürdürülebilir bir ekonomiye
geçişi desteklemek için finansman sağlamak…
Dünya Bankası da bir süredir iklim odaklı bir
politika uyguluyor. Fakat Dünya Bankasının fosil yakıtlardan vazgeçen iklim
odaklı bu politikası; uygulamada genellikle güneş enerjisi sağlayan güneş pillerini
desteklemekten ibaret kalıyor. Oysa bu, yoksullukla mücadelede enerji sorunun
üstesinden gelebilmek için yeterli değil. Tarihte hiçbir ülke, şebekeden
bağımsız enerji kullanarak zenginleşmiş ve küresel anlamda rekabetçi seviyeye
ulaşmış değil.
Fosil
yakıtlara bağımlılık ancak daha ucuz alternatifler bulunursa azalır
Diğer yandan üç milyar insan şu anda korkunç bir ev
içi hava kirliliği sıkıntısı yaşıyor. Çünkü yoksulluk bu insanları yemek
pişirmek ve ısınmak için kömür gibi kirli yakıtları kullanmaya zorluyor. Ne
yazık ki güneş panelleri, temiz soba ve ısıtıcılar ya da buzdolapları için
gerekli enerjiyi sağlayamıyor. Aynı zamanda tarımsal ve endüstriyel makineler
için de aynı şey geçerli... Bu açıdan güneş panelleri dağıtmak, çoğunlukla
zenginlerin küresel ısınma konusunda harekete geçtiklerini düşünerek
kendilerini iyi hissetmesini sağlamaktan öteye geçemiyor.
Dünyanın fosil yakıtlara olan bağımlılığı ancak daha
ucuz ve özgün alternatifler bulunursa azalır. Bu da yeşil enerjinin maliyetini,
fosil yakıtların altına çekebilecek inovatif araştırma ve geliştirmeleri
gerektiriyor. Dünya Bankası asıl bunu desteklemekte rol oynamalıdır.
Şu an için yenilenebilir enerji, küresel enerji
üretiminin nispeten küçük bir kısmını temsil ediyor ama temiz teknoloji inovasyonu
büyürse dünyanın jeopolitik haritasını bile değiştirecek güce sahip.
Örneğin Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı
(IRENA) tarafından yayınlanan raporda; “Hiçbir ülke, dünyanın yenilenebilir
enerji süper gücü haline gelmek için kendini, Çin kadar iyi konumlandırmadı”
deniyor. Dünyadaki rüzgâr enerjisinin üçte biri, güneş enerjisi kapasitesinin
dörtte biri Çin’de… Dünyanın ilk on rüzgâr türbini üreticisinin dördü, ilk on güneş
paneli üreticisinin altısı da Çin’de… Bir yandan da yenilenebilir enerji konusunda
dünyanın ana pazarı haline gelen Çin, aynı zamanda dünyanın en büyük karbon
salınımı yapan ve çevreyi en fazla kirleten ülkesi… Dünyadaki kömürün yarısını
yakıyor ve 2002’den bu yana dünya kömür kapasitesinin yüzde 40’ını kullanıyor. Çin
böylesi bir karbon kirliliği yaratırken diğer yandan hızla temiz enerjiye
dönüyor. Eylül 2020’de, 2060’a kadar karbon nötr olmayı planladıklarını duyurdu.
Daha
derin bir inovasyon yaklaşımı gerekiyor
Diğer yandan sadece Çin için değil tüm ülkeler için
geçerli olan şey şudur ki, temiz teknoloji için ayrılan Ar-Ge bütçeleri sosyal
inovasyonla birleştirilmediği takdirde inovasyon yeterince etkili olamaz.
Düşük karbon ekonomisine geçmek için teknolojiye
yapılan yatırımla toplumu düzenlemenin yeni yollarına yapılan yatırımın
birbiriyle uyumlu olduğu, yeni ve farklı bir inovasyon yaklaşımı gerekir. Bkz. Dijital dönüşüm, devletin rolü ve sosyal inovasyon
Bunun bir nedeni, karbon kullanımının
azaltılmasının, teknoloji kadar toplumsal normların ve davranışların da
değişmesine (yerel gıda kaynaklarına yönelme, hızlı modanın azaltılması gibi)
bağlı olmasıdır. Diğer bir nedense şüphe içindekilere kömür madenciliği gibi
geleneksel sanayilerin daralmasından zarar görmeyeceklerini gösterme
gerekliliğidir.
Böyle bir inovasyon anlayışının, sıfır karbon
ekonomisine geçişte büyük etkisi olacaktır. Bu, Almanya’daki Freiburg gibi, yeni
yaşam tarzları tasarlayan; örneğin araba kullanımını yasaklayan ya da
kısıtlayan ve yenilenebilir enerjiyi kentin dokusuna yayan yerler için daha
fazla destek anlamına gelir. İnsanları vejetaryen diyete geçmeye veya ulaşımda
araba yerine bisiklet kullanmaya ikna etmenin en iyi yollarını bulmayı sağlar. Londra’daki
BedZED gibi düşük karbon için tasarlanan yeni mahallelerden, emisyonları
azaltmak adına toplulukları harekete geçirmeye kadar uzayan pek çok yeni
toplumsal hareketi içerir.
Çünkü dönüşüm sadece fiziksel sistemlerimizin değil aynı
zamanda yaşam biçimlerimizin de değişimiyle gerçekleşebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder